|
|
İNSANIN TARİHİ AVLANMANIN DA TARİHİDİR
İnsanoğlu var olduğu andan itibaren kendini büyük bir serüvenin içerisinde
bulur. Doğa koşulları içerisinde var olabilmek, varlığını sağlıklı bir şekilde
uzun yıllar sürdürebilmek zaten başlı başına bir serüvendir. Bu tarihsel
yolculuğun başlangıç döneminde sürdürülen ayakta kalma mücadelesinin en zor
dönemeçleri, avcı olmamızın sağladığı vasıflarla aşılmıştır.
|
Bilindiği üzere
insanlar, canlılar dünyasının en gelişmiş yaratığıdır. Dolayısıyla
insanlaşma süreci de dünyadaki her türlü olayla sürekli
bağımlılık halindedir. Bahse konu sürecin
başlangıç aşamasında, insanların ilk tarihsel işi –düşünmeye başlamadan
önce- maddi gereksinmeleri giderme yolunda faaliyette bulunmaya başlamış
olmasıdır. Bunun doğal sonucudur ki her geçen gün artan ihtiyaçları gidermek
için bu eksiklikleri gidermeye yönelik aletler ve araçlar geliştirmeyi
başarmışlardır. İnsanlık tarihinin kökenini oluşturan maddi araçların
üretimi, alet kullanma dönemi, insanlaşmanın başlangıcı olarak
alınmaktadır.1 |
Bugün, eldeki imkanlar
çerçevesinde, biyolojik evrim tarihinin 3 milyar yıl kadar gerilere uzandığı
izlenebilmektedir. Kalıntı bulguların verilerine göre, çok hassas radyoaktif
zaman saptama yöntemleri ile yapılan hesaplar neticesinde, insansıların
günümüzden 30-35 milyon yıl önce yaşadıkları tespit edilmiştir. 2
Kanatlı böceklerin varlığı ise 325 milyon yıl evveline kadar gitmektedir.
Kılkuyruklu böceklerin 375 milyon yıl önce yaşadıkları, eldeki fosillerden
anlaşılmaktadır. |
|
3 Halen
950.000 adet böcek türü olduğunu bilmemize rağmen, bilim adamları
keşfedilmesi gereken 7 milyon tür böcek olduğuna inanmaktadırlar. Ana
konumuz olan avcılığın başlangıç tarihinin insanlık tarihi ile eş zamanlı
olarak başladığını ise bizlere çeşitli bilim dalları söylüyor. Onun içindir
ki biz de “insanlığın tarihi, avlanmanın da tarihidir” diyebiliyoruz. |
|
Bugünkü anlamda ilgi alanımız
olan avcılığın, içinde yaşadığımız 4’üncü zaman dilimi içinde –özellikle
denizlerde yapılan avcılık göz önüne alınırsa- hâlâ çok büyük boyutta
yapılması ve beslenme alışkanlıklarının değişmemesi halinde avcılık
eyleminin daha çok uzun seneler devam edeceğinin somut bir göstergesidir. Bugünkü bilgilerimizin ışı
altında insanlaşmanın öyküsünün Doğu Afrika Serengeti savanlıklarında ve
Afrika’nın muhtelif yerlerinde başlamış olabileceği varsayılmaktadır |
. Bu
insanlara “yetenekli insan” anlamına gelen Homo-Habilis denilmektedir. Homo-Habilis’lerin
günümüzden 2.6 ila 1 milyon yıl kadar önce yaşadıkları varsayılmaktadır. Yeteneklerini geliştiren bu
insanların geliştirdikleri aletlerin çoğunun, yaşadıkları yörelerde bolca
bulunan bazalt, kuvars ve volkanik obsidyen taşlarından yapıldıkları
görülmüştür. Bu insanlar, yaşayabilmek için doğal olarak avcıdırlar.
“Ayağa Kalkan” veya “Dikilen İnsan” anlamına gelen Homo Erectus’lar ise
700-300 bin yılları arasından yaşamışlardır.
|
|
|
Homo Erectus’lar avcılığı
gruplar halinde sürekli yapılan bir iş olarak gerçekleştirmişlerdir. Ren
Nehri yakınlarında bulundukları tespit edilen Neanderthaller’in ise yeni
edinilen bulgular ışı altında zamanımızdan 300-250 bin yıl önce evvel
yaşamış olabilecekleri saptanmıştır.4 Aşağıdaki resimde verilen tabloyu veya
benzer mantıkla yapılan pek çok düzenlemeyi içerik bakımından
incelediğimizde, üzerinde yaşadığımız dünyanın fiziksel öyküsünü kronolojik
(tarihsel sıra) sıra açısından anlayabiliriz.
Gezegenimizin milyonlarca hatta milyarlarca yıl önce başlayan oluşumu içinde
bizlerin somut olarak bildiği, sadece geçen son 10.000 yıllık süredir. |
Bu süre ise, tüm dünya tarihini bir yıl olarak
ele aldığımızda, birkaç saniyeden ibaret olacaktır. Ancak bu bağlamda,
medeniyet tarihi içerisinde avcı insanın rolü, gerçekten önemlidir.
Bu rolün üstlenilmesini sağlayan avcı ruhu geçmişte hep vardır, şimdi de
var, gelecekte de mutlaka var olacaktır. Çünkü, avcı kimliğimiz genetik
yapımızın elle tutulmasa da ayrılmaz bir parçasıdır. |
|
DÜNYA TARİHİNDE JEOLOJİK
DÖNEMLER |
Bir milyon yıl kadar bir
süre, önce sadece yaşamak için ihtiyacı kadar hayvanı öldüren atalarımızla
hayvanlar arasında basit bir anlaşma vardı: Karnımız toksa ve bize bir
zarar vermiyorsanız, biz de sizi rahat bırakırız. Bu, tek yanlı bir
anlaşma olmasına rağmen zalim veya abartılı değildi. Kısacası hayvanlara, aç
olmadığımız zaman müdahalesiz bir yaşamı öneriyorduk.5
Avcılık, güçlü bir bölgecilik gelişimi, iş bölümü ve konuşma ile yeni bir
üretim biçimi de doğurmuştu. Ancak avcılığın doğrudan yiyecek üretimi
olmadığını da unutmamak gerekir. Halen, doğanın hazır sunduklarının peşinde
koşulmaktadır. Avcılık eyleminin uygulanma süresi |
|
içinde ortaya çıkan işbirliği,
iş bölümü, topluluk içindeki bireyler arasında sorumlulukların dağıtılması,
verilen görevlerin zamanında yerine getirilmesi zaman zaman da olsa düzenli
besin elde edilememesi hallerinde, birlikte tüketim durumu, grup
dayanışmasını ve grup psikolojisini ortaya çıkaran nesnel temellerdir. Grup
içi ve farklı gruplar arası ilişkiler toplumsal organizasyonların ilk
örnekleridir. Bu öykünün devamı sırasında doğaya doğrudan bağımlılık, artan
nüfusa oranla her geçen gün daha da artmaktadır.
|
Avlanılan hayvanların hemen
hemen her şeyinden yararlanma yolları aranmaktadır. Erkekler, avlayacakları
hayvanın peşinde sessizce iz sürmeye çalışırken, kadınlar karınlarını
doyurmak için hayvanların etinden, ısınmak için postundan, alet ve edevat
yapımı için kemik ve boynuzundan yararlanma yollarını aramaktadırlar.
Pek çok hayvan türü avlanarak
öldürülmekte, insanlar ise avladıklarını yiyerek yaşama olanakları
bulmaktadırlar. Hayvanlardan temin edilen proteinler, insan organizmasında
yapı taşlarına dönüşmekte ve insana yaşam vermektedir.
|
İlkel insan, bu sürecin
ayrıntılı biyokimyasal dinamiklerini bilmese bile, ölümle-yaşam, avladığı
hayvan türüyle kendi yaşamı arasındaki diyalektik ilişkiyi, her yeni gün
tekrar tekrar yaşayarak bu olguyu derinliğine kavramıştır.
İnsanlık alemi, toplayıcılıktan avcılığa, avcılıktan tarım toplumuna geçerek
yerküre çapında büyük bir değişime uğramıştır. 20 bin yıl önce başladığı
varsayılan iklim değişikliği sonunda tüm Avrupa’yı ve Asya’yı kaplamakta
olan tundralar ve stepler ortadan kalkmış, buzul tabakası kuzeye
çekilmiştir. Avrupa, ormanlarla kaplanmıştır. Coğrafyada yaşanan bu köklü
değişiklikler daha önce sürüler halinde avlanan av hayvanlarının avını hemen
hemen olanaksız hale getirmiştir. Fiziki şartlar, artık sürek avının
yapılabilmesine imkan vermemektedir. İklimsel değişikliklerle beraber yukarı
paleolitik avcıların süreç içinde ortadan kalkmasına karşı, yaşama
olanaklarının tümünü avcılığa dayandırmamış toplumlar için farklı sonuçlar
ortaya çıkarmıştır.
Doğadan asalak biçimde yararlanma temeline dayanan avcılık ekonomisinin
ötesinde, doğanın doğrudan üretim süreciyle döndürülmesi anlamına gelen
hayvancılık ve tarımın geliştirilmesi işini, bu toplumlar
gerçekleştirmişlerdir. Bu tavır G. Childe tarafından “Neolitik Devrim” diye
tanımlanmaktadır.6 Bu konuda Engels, çalışmanın, insanı hayvanlardan ayıran
temel özellik olduğu gerçeğini gözler önüne sererken, “… O, her insan
yaşamının birincil ve öyle temel koşuludur ki, belli bir anlamda “insanı
çalışma yaratmıştır” demek zorundayız…” der.7
Bilindiği gibi bölgeden bölgeye, toplumdan topluma değişen şaşırtıcı boyutta
birçok farklı özelliklere rağmen, şu anda yaşayan milyonlarca insandan her
biri, -hemen hemen hepsi- aynı kalıtımsal özelliklere sahiptir. Farklı
şapkalar giyeriz ama aynı şekilde gülümseriz; farklı dillerde konuşuruz ama
tüm diller benzer dilbilgisi özellikleri taşır. |
|
Farklı evlenme törenlerimiz olsa da, temelinde
yatan sevgi ve aşk aynıdır. Ten rengimiz, dinlerimiz, örf, adet ve
geleneklerimiz ayrı olsa da, keder ve sevinçlerimizin benzerliği şaşırtıcı
boyuttadır. Biyolojik benzerliğimiz ise tamamen aynıdır. Herhangi bir doğal
silahtan yoksun, ne zehirli bir sıvısı, ne keskin bir kemiksi uzantısı
olmayan, bu pençesiz, zayıf memelinin tarihsel süreç içerisindeki
başarısının öyküsü muhakkak ki dikkate değer. Bu öykünün kahramanı,
avcıdır. |
Avcılık eyleminin
o dönemdeki kendine has zorluğu ve avcılığın yaşam tarzı olmasından
kaynaklanan zorunluluk, insanoğlunu yaşayabilmek için işbirliği yapmak
zorunda bırakmıştır. Avlanma bizim biraz daha cesur, ihtiyaçtan dolayı daha
çok işbirliği yapan, daha az bencil, uzun vadeli amaçlar üzerinde daha çok
yoğunlaşabilen ve her şeyden önce daha iyi beslenebilen insanlar olmamızı
sağladı. Yani yüksek proteinli yiyeceklerle beslenmemiz, zekâmızın
gelişmesine sebep oldu. İşbirliği yapmak zorunda olduğumuz avcılık, bizleri
daha konuşkan olmasını sağladı.
Böylece dilimizi geliştirdik. Erkeklerin ece et getirdikleri ve kadınların
basit bir yemek için ot topladıkları ilkel avcılık kabilelerinde, ara sıra
çekilen açlık dışında başka bir beslenme sorunu olmasa gerekti. Özetle
diyebilir ki, tarih öncesi avcı; işbirliğine yatkın, duygulu, zeki ve çok
başarılı bir insandı ve evriminin doğal sonucu olarak avcı olmuştur.
Geçmişte hayvanları avlayan bir kabile avcısı, zamanımızda kentlerde mızrağı
veya oku olmadan da yiyecek bulabiliyorsa, bu zamana erişinceye kadar geçen
binlerce yol yaşayabilmek için de tabii olarak avlanması gerekiyordu. Süper
marketlerde bin bir çeşit ürünün tüketiciye sunulduğu bir dönemde bu
sorunları anlamak güçtür. Bir zamanlar, peşinde onca zahmetle koştuğumuz
hayvanlar, artık paketlenmiş olarak raflarda hazır olarak bizleri
beklemektedir. Kısacası, günümüzde yiyecek bulmak kolaydır.
Bu değişim, bizim davranışlarımızı nasıl etkileşmiştir?
Başlangıçta içimizde varolan avcıya ne olmuştur?
Avımı kovalayıp yakalama dürtülerimiz, nereye yönelmiştir?
Bu soruları cevaplamadan önce bilmemiz gereken bazı gerçekler vardır.
Bilinmelidir ki, etoburlarla otoburlar arasında iki temel büyük fark vardır:
1.
Evrim süreci içinde etçil beslenmeye göre organize olmuş insan bedenini
bitki diyeti ile yaşatmak çok zordur. Organizmanın sağlıklı gelişebilmesi
için belirli ölçüler içerisinde hayvansal protein alması gerekir; örneğin bu
miktar çocuklarda yetişkinlerin dört katı kadardır.
2.
Biyomedikal uzmanlara göre, bize gerekli on aminoasiti (aslında “yirmi
aminoasiti”. E.G.) üretmek için varolması gereken gen dizileri vücudumuzda
artık bulunmamaktadır. 0-5 yaş arası çocuklar, gelişme dönemlerinde valin,
lisin, izoleusin, triptofan, arjinin, histidin, lisin, metyonin, fenilalanin
ve treoinin gibi, vücudun yapı taşları sayılacak “eksojen amino asitleri”
dışarıdan alma zorunluluğu yaşarlar. Bu da zorunlu olarak hayvansal gıdalar
ile karşılanır. Vücudun yapı taşları dediğimiz bu besinler, bebekler
tarafından zamanında gerektiği kadar alınmaz ise, ileride sağlıklı bir vücut
yapısı oluşamaz.
Bundan çok önce, yaklaşık on
bil yıl önce avcı atalarımız çok önemli bir adım attılar: tahıl yetiştirmeye
başladılar. |
|
Avcı, artık yeni bir insanın, yani çiftçinin gölgesinde
kalacaktı. Medeniyet tarihi, 10.000 yılda öyle bir gelişme gösterdi ki,
doğanın dengesini bu kısa sürede altüst ettik. Hayvan dostlarımız üzerinde,
mutlak bir üstünlük sağladığımızdan beri kontrol edilemeyen tek taraflı bir
dünya yarattık. Halbuki, göz ardı etmememiz gereken tek olgu,
“gezegenimizi hayvan dostlarımızla ortak paylaşma mecburiyetinde olduğumuz”
gerçeğidir. |
Bu ortaklık, sömürüden çok saygı temeline dayanmalıdır. Burada ifade
edilmeye çalışılan saygının “yaşam hakkı”
olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Hakimler, bir yasanın çiğnenerek bir
diğer insana zarar verilmesi halinde ne denli hassas davranıyor ve
serinkanlılıkla mağdurun haklarını koruyorsa, doğal yasalara müdahale
ederken bizim de hakimler gibi hassas ve titiz olmamız gerekmektedir. İşte
bu düşüncelerin ürünü olarak ortaya “Hayvan Hakları” kavramı çıkmış
ve uygar ülkeler bu düşüncenin savunucusu olmuşlardır. |
|
Bugün için doğa sevgisi, esas
itibari ile yaşam kalitelerindeki bir yozlaşmadan kaçınmak isteyen
bireylerin büyük bir çoğunluğu tarafından paylaşılan demokratik bir tutku ve
haklar manzumesidir. Yegane hukuk nesnesinin sadece insan mı, yoksa kozmos
içinde varlıklarını sürdüren tüm canlılar olduğu mı olduğu gerçeği,
ortakyaşarlık adına ciddi boyutta sorgulanması gereken bir olgudur. Gelecek
zaman dilimi içinde, bugün için “cansız” sıfatı ile adlandırdığımız
varlıkların da haklarının savunulması, -en azından tarihsel ve kültürel
bağlamda- yönündeki hareketler hız kazanabilir. Bunun yanı sıra biyosfer
veya çevrenin korunmasına yönelik istençlerin hızla yükselen değerler
içerisinde arzu edilen yeri alması, aynı toplumda yaşayan bireylerin ortak
arzusu olmalıdır. Çünkü hiç unutulmamalıdır ki, her havya, her canlı,
milyonlarca yıl süren bir evrimin sonucudur. |
Bu dünyada yaşayan her canlı
bir diğerine, yaşam zinciri olarak adlandırabileceğimiz bir ilinti ile
bağlıdır. Her biri, kendi yaşam biçimine uyumludur. Bu bağlamda yaşam
zinciri kendi içindeki en zayıf halka kadar kuvvetlidir. Bir canlı türünün
ortadan kalkması, milyonlarca yıl süren bir evrimin sonucunun yok olması
demektir. Bunun bedeli ödenemez. Hiç akıldan çıkartılmamalıdır ki, her tür;
öncelikle kendi varlığı için korunmaya muhtaçtır. |
|
Her hayvan, güzelliği,
sayısının az olması yada parasal değeri için değil, sadece var olduğu için,
yaşam hakkı saygı görmelidir. Sıradan bir serçenin, biyolojik yaşam
içerisindeki görevi, yaşam zinciri içindeki önemi, günümüzde bir papağan
veya goril yavrusu kadar sempati toplayamıyorsa; bu onun kabahatli olduğunu
değil, olsa olsa bizim onun hakkında yeterince olmadığımız gerçeğini ortaya
koyar. Bu anlayışı dünya ölçeği
içinde sergileyene kadar geçecek zaman insanlığın ortak kaybı ve ortak
ayıbıdır. Bir kuşakta alay konusu olan herhangi bir şeyin, onu izleyen
kuşağın “kaygısı” haline gelebileceği ihtimali her zaman vardır ve bu
olasılık akıldan hiç çıkartılmamalıdır.
|
Avcılığın heyecan dolu
evrensel bir etkinlik olduğunu, insan mutluluğuna bu denli katkısı olan bir
eylemin nedenini araştırmak, onun şu veya bu konularla bağlantılarını değil,
kendi içinde ne olduğunu anlamaya çalışmamız, bir başka deyişle avcılığı
anlayabilmemiz için, öncelikle avcılığın “özünü” anlayabilmemiz
gerekmektedir.
İnsanları ava iten neden, aslında insanın
var olan öz yapısıdır. İnsan yaratılışı itibari ile hepçil bir yaratıktır.
Süreç içinde etçil yanı daha çok ön plâna çıkmıştır. Öğütücü dişlerinin yanı
sıra kesici (incisor) ve delici (canine) dişleri vardır. Bütün diğer
etoburlar gibi gözleri mesafe tahmin edebilmek için yüzünün ön tarafında
oluşmuştur. Dolayısıyla felsefi bağlamda insan, doğası itibariyle avcıdır ve
biraz da abartı ile söylemek gerekirse, her an “saldırıya hazırdır”.
Buna karşılık, otobur hayvanların gözleri savunma esas kılındığı için, yüzün
her iki yanında yer almıştır. Aynı anda çift görüntü algılayabilir. Sistem,
yine doğuştan “savunmaya” dönüktür. |
|
|
Avcılığı sadece etkinlik yada
salt yarar sağlamak gibi geçici amaçları açısından tarif etmek, özünü
anlayabilmek için yeterli değildir. Bunlar, olsa olsa onun çok eskiden beri
uygulana geldiğinin, dolayısıyla kendi içinde tutarlı bir yapıya sahip
olduğunun delilleridir. Avcılığı, kendine özgü uygulama teknikleri ile de
tanımlamak mümkün değildir. Çünkü bunlar pek çoktur ve birbirinden
farklılıklar gösterir.9 Kurt Lindner’in Prehistoric Hunting (Tarih Öncesi
Avcılık) adlı yapıtında avcılığı “akıllı kovalamaca” olarak tarifi, eksik
değilse de tam da değildir. |
Çünkü mağara adamının tam
anlamıyla akıllı olduğunu söylemek de zordur. Ayrıca, bu tanımlamalar
günümüzün anlayışı içinde çok da anlamlı sayılmaz. Bizler yine tarihsel süreç
içinde avlanmaktan beklenen nihai amacın öldürmek olmadığını da biliyoruz.
Hayvanları ehlileştirmek için canlı ele geçiren insanoğlunun bu davranışı,
somut bir örnektir. |
Zaman bağlı olarak, silahların etkinliği arttıkça insanoğlu, av
hayvanlarının rakibi olarak, kendine özgür iradesi ile sınırlamalar
getirmiştir. Avlayan ile avlanan arasında doğuştan var olan eşitsizliğin, en
azından artmaması için hayvanların doğal savunma mekanizmalarını aşmamaya
özen göstermiştir. Belirli bir sınırın aşılması halinde avcı-av ilişkisi,
salt yok etme eylemine dönüşür ki, işte bu avcılığın özüne aykırıdır.
Bilinmelidir ki, insanın, hayvanla karşı karşıya gelmesinde, kuralları
insanlar tarafından konulmuş bir sınır vardır. Bu sınır, insanın akıl
üstünlüğünün,insanın durması gereken noktadaki kurallarını içeren denetim
mekanizmasıdır. Akıl gücü bu süzgeçten geçmez ve başı boş kalırsa, avlanmak,
avcılık olmaktan çıkar.
Örneğin, balık yakalamak amacı ile derelere elektrik veren veya uyuşturucu
maddelerle balık avlamaya çalışan bir balıkçının yaptığı eylemde, baştan
akıl var gibi görünebilir. Halbuki bir veya birden fazla türün sonunu
getirecek bu davranış aslında tamamen akıl dışıdır. Denetim mekanizmasının,
yeterince sağlıklı çalışmamasından ötürü akıl, kötü yönde kullanılmış,
sayısal çokluğu temin için sınırlar yasa dışı yollarla aşılmıştır. Bu cürete
karşı sadece bu tanımlama ile yetinmemiz mümkün de değildir. Bu davranış
türü, aynı zamanda hakkından çok bir paya sahip olma arzusu taşıdığı için,
en hafif tabiri ile ahlâkla da bağdaşamaz. İşte bu mantıkla, bu balıkçı,
çok balık yakalamasına rağmen aslında avcı değildir.
Bıldırcın avlamak için, ses cihazı kuran, geceleri ışık yardımıyla tavşan
veya bir diğer hayvanı avlamaya çalışan, ağır kış şartlarında yaban
hayvanlarını fiziki imkansızlıklarını kendisine avantaj sayan, motorlu
taşıtlarla av yapan, teknik imkanları zorlayarak geceleri gece görüş dürbünü
kullanmak suretiyle av yapan, yasaların öngördüğü avlanma metotlarının
dışında avlanmayı alışkanlık haline getiren, yaban hayvanlarının çiftleşme
dönemlerinde (katım aylarında) yabanıl tepkilerin en düşük düzeye indiği
anlarda av yapan, hayvanları, yeme alıştırmak suretiyle onların en zayıf
yönünden istifade yoluna fide, avcı kılıklı, ahlâk yoksunu kişi, gerçek
avcıların, dolayısıyla insanların yüzkarasıdır.
Genel anlamda avcılık; birinin etken, diğerinin edilgen olduğu, yani
birinin avlayan diğerinin avlanan olduğu, farklı türler arasındaki olgudur.
Avcılığın yalnız insanoğluna ait bir uğraşı olmadığı, zooloji dünyasının her
kademesinde var olduğu, herkes tarafından bilinmektedir. Günlük yaşamımızda
üzerinde çok da durulmadan izlenen bu olgu, bizler tarafından yaşamın
sıradan bir eylemi olarak izlenir. Örneklemek gerekirse; kedilerin fareleri,
kuşların sürüngenleri ve böcekleri, yırtıcıların memelileri, büyük
balıkların küçük balıkları avlamak suretiyle yedikleri hemen herkes
tarafından tartışılmaz olarak kabul gören bir gerçektir. Dolayısıyla,
kanıksanmıştır diyebiliriz. |
Avlanmak eyleminde karşılık yoktur. Yani eylem, tek taraflıdır. Bunu
doğuran temel nitelik, türler arasındaki eşitsizliktir. Zoolojinin acımasız
hiyerarşisinde bu gerçek pek çok örnekle anlatılabilir. Av, avcıdan çok daha
hızlı veya güçlü olabilir. Ancak, hayati nitelikteki değer açısından sonunda
avcı, avına karşı üstünlük sağlayacaktır. Bu eylemin adına avcılık
diyebilmemiz için avlanılanın kaçıp kurtulma şansının olması ve kural olarak
kaçabilecek güçte olması gerekir. |
|
Merkez Av Komisyonu
kararlarında; Zaman
Yasakları ve Yasaklanan Avlanma Usul ve Şekilleri başlığı altında
belirtilen tarihlerden, metotlardan çıkarılması gereken anlam ve arzulanan
temel amaç budur. Yani, yeni doğan yavruların ergin hale gelip kaçabilme
şansını yaratabilmektir. Bu bağlamda; Başarılı
sonuç, avın olmaz ise olmaz şartı değildir. |
Eve boş dönmenin ayıbı veya
yadsınacak hiçbir yanı yoktur. (renter bredoville – eve eli boş dönmek-)10
Avcılığın en güzel yanlarından birisi de, “her zaman sorunlu”
olmasıdır. Bir yerde bir sorun var ise, bir de çözüm var demektir. Çözüm
yollarını zorlamak, bir eylemi gerektirmektedir ki, bu da ünlü düşünür
Aristo’ya göre “mutluluktur”. Kısacası, mutluluğa erişmenin doyurucu
yolu, zoru başarmaktan geçmektedir.11
İnsanoğlu hiç kuşkusuz kendisine göre bir alt tür olan hayvanlara kaçma
şansını bilerek vermelidir. Sahip olduğu üstün yetenek ve olanakları
sınırlayarak türlerin devamını sağlamak ve avcılığın temel yaklaşımlarından
biri olmalıdır. Ancak bu sayede avcılık gelecek nesillere aktarılabilir.
Avcılığın bir etkinlik olarak yapılması ve bu nitelikle herkes tarafından
anılması istenecek ise, avcı kendi özgür iradesiyle insana has olan
üstünlüğünden vazgeçebilmelidir. Avlanma olayı, türler arasından
eşitsizliği aşırı boyutlara getirmemelidir. Aqula non capit muscas.
Kısacası, “kartal, sinek avlamaz”12 |
Derleyen: Emin GÜRBÜZ -
İstanbul Temmuz 2004
Kaynak: Sürdürülebilir Avcılık için Temel Eğitim Kitabı T.C. Orman
Bakanlığı Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü Ankara-2001
Marx/Engels Seçme Yapıtlar, Sol Yayınları, Cilt I
Serol Teber/ Doğanın İnsanlaşması –s. 105/ Sorun Yayınları
Bugs/ Frank Lowenstein/ Sheryl Lechner/ s.10 Könemann Yayınları
Serol Teber: Doğanın İnsanlaşması / Sorun Yayınları s.120
Desmond Morris/ İnsa- Hayvan Sözleşmesi s. 78, İnkılap Yayınları
G. Childe, Tarihte Neler Oldu
Buhr A., Kosing, A.: Felsefe Sözlüğü, Konuk Yayınları
Desmond Morris, / İnsan Hayvan Sözleşmesi, s. 77-78-79
Ekolojik Yeni Düzen,
José Ortega y Gasset/ Avcılık Üstüne s.35 Yapı Kredi Yayınları/ Çeviren:
Derin Türkömer
José Ortega y Gasset/ Avcılık Üstüne Yapı Kredi Yayınları/ Çeviren: Derin
Türkömer
José Ortega y Gasset/ Avcılık Üstüne Yapı Kredi Yayınları/ Çeviren: Derin
Türkömer |
|
|
|